Akdeniz Üniversitesi Nefroloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türk Nefroloji Derneği Başkanı; Prof. Dr. Gültekin Süleymanlar,50. Ulusal Diyabet Kongresi’nde diyabet ve böbrek ilişkisini kamuoyu ile paylaştı;
‘’Dünya’da her 3 diyabet hastasından 1’ i böbrek hastalığına yakalanıyor ve maalesef çoğunlukla erken devrede tanı konulamadığı için hastalık diyaliz aşamasında tespit edilebiliyor. Eğer diyabet hastaları hastalık teşhisinden sonra böbrek sağlıklarını takibe alabilirlerse diyaliz aşamasına gelmeden Türkiye’de böbrek hastalıkları görülme sıkılığı azalabilir.
Böbrek hastalıkları en fazla kalp ve damar hastalıklarını tetikliyor. Kardiyorenal proteksyon ( kalp ve böbrek koruması) en büyük hedeftir. Bir tarafta şeker hastalarının böbrek sorunlarını çözmeye yardımcı olurken diğer tarafta kalp ve damar hastalıkları riskinin azaltılması hedefleniyor. Sigaranın bırakılması, tansiyonun kontrolü, şekerin izlenmesi, lipit kontrolü ( kolestrolün kabul edilebilir sınırda olması), kilo kontrolü, günde yarım saat ve 1 saat arası yapılması istenen düzenli egzersiz böbrek ve kalbi korunmasındaki en önemli tedbirlerdir. Diyabette tuzun kısıtlanması böbrek ve tansiyonun kontrolünde önemli kriter. Günlük kişi başı maximum tuz kullanım miktarı 5 – 6 gr arasındadır.
Son yapılan araştırmaya göre Türkiye’ de bu oran son yapılan çalışmalarda 14-15 gr olarak ölçümlenmiştir ve görüldüğü üzere olması gerekenin oldukça üzerindedir.
TUZUN HİÇ BİR HALİ DAHA AZ ZARARLI DEĞİLDİR…
Hazır gıdalar, salça, turşu, ekmek, raf ömrü uzun gıdalar ve tuz açısından zengin gıdalar ( zeytin ve peynir gb ) kullanırken dikkat edilmesi gerekmekte. Kamuoyunda yanlış aktarılan bir konu ise Himalaya tuzları veya Okyanus tuzu gibi farklı bölgelerden getirilen tuzların sağlığa zararlı olmadığına ait yanlış bilgidir. Bu tuzların hepsi sodyum klorür içerir ve birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Sadece temin edildikleri yer itibari ile maliyetleri yüksek ürünler oldukları için pazarlama stratejisi olarak zararlı olmadıklarına dair toplumda yanlış bir izlenim oluşturulmuştur. Bu pazarlama stratejisi toplum sağlığı açısından büyük tehdit oluşturmaktadır.
Ülkemizde son dönem böbrek hastalıklarının en büyük sebebi diyabettir. Böbrek hastalıklarının %40 nın ana sebebi şeker hastalığıdır. Dolayısıyle diyabetin kontrolü aynı zamanda böbrek hastalıklarının da kontrolünü sağlayacaktır. Kronik böbrek hastalığının çözümünde rasyonel yaklaşım; mümkünse önlenmesi, önlenemiyor ise erken tanısı ve etkin biçimde tedavi edilmesidir. Tarama programlarının idrarda mikroalbuminüri / proteinüri ve serum kreatinin düzeyinin ölçümüne dayandırılması yeterlidir. Toplumda özellikle aşağıdaki yüksek riskli hasta gruplarının erken böbrek hastalığı açısından taranması esasdır; Diabetes mellitus, hipertansiyon, obezite, metabolik sendrom, sigara içimi, ailede hipertansiyon, diyabet ve böbrek hastalığı öyküsü; böbrek hastası adaylarını belirleyen en önemli sinyallerin başında gelir.
Bu noktada kan basıncı yüksekliği ve kan şekeri yüksekliği ile birlikte obezitenin önlenmesi, erkenden saptanması ve agresif tedavilerinin sağlanması konusundaki toplumsal çabaların artırılması, bu çabalara tüm hekimlerin bireysel desteklerinin sağlanması gerektiği açıktır.
Bu gerçekler ışığında böbrek hastalığı ile ilgili çözümlerin yalnızca hastalığın son döneminde uygulanan diyaliz ve böbrek nakli tedavilerine dayalı olması doğru değildir. Bu nedenle diyaliz ve böbrek nakline dayalı bir yaklaşım yerine hastalığın tedavisinden çok önlenmesine dayalı, uzun soluklu ve ulusal ölçekte uygulanacak bir hastalık yönetimi modeli takip edilmelidir.’’
Comments are closed.